"ELİF, Lâm, Ra. Bu öyle bir kitaptır ki, ayetleri muhkem kılınmış, sonra da her şeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır. (Şöyle ki): Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim. Ve Rabbinizin mağfiretini isteyin, sonra ona tevbe edin ki sizi, belli bir sureye kadar GÜZEL YAŞATSIN. Ve her FAZİLET SAHİBİNE layık olduğu ihsanı versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım."
(Hud Sûresi: 1-3)
Ayet-i kerime’de Allah’tan başkasına kulluk etmeyen ve günahlarından dolayı Allah’tan afv dileyen kimselerin ne kadar zorlu bir hayat içerisinde yaşasalar bile huzurlu bir hayat yaşayacakları, kısaca güzel bir hayat sürecekleri vaat edilmiştir. Ama bu vaadin içerisinde “fazilet sahibine” dünyada fazilet verileceği vaat edilmemiştir. Bunun sebebi açık: Allahü Teâlâ (cc)’nın hükümlerine göre yönetilmeyen toplumlarda fazilet sahiplerinin kadri bilinmez. Onlara değer verilmez. Bu toplumlarda düşük ve ahlaksız kişilere değer verilir. Her şey dünya ile ölçülür ve orada biter. Dünya ölçüsü de gariptir ve örgütlü delilikle maluldür. Doktorların aldığı maaş belli. Ya topçuların(futbolcuların) aldığı milyon dolarlar.
Temiz olmak bu toplumlarda suçtur!.. Cemiyet hayatında eşcinselliği mahkûm ettiğinizde bağnazlıkla suçlanabilirsiniz. Uyuşturucuyu eleştirdiğinizde oradan uzaklaştırılabilirsiniz. Hele içkilerine ve zinalarına hiç dokunmayın. Ağaç için ortalığı yakmayı akıl ederler de Suriye’de ölen bebekleri konuşurken “antiemperyalizm” diye katilleri savunurlar.Dedikodu, bir gecelik ilişkiler, sevgililerden bahsetmeler hatta sevgilisini pazara sürmeler sosyetenin olağan ahlakı.
Ayetleri beraber okuyalım:
“Şehirde bazı kadınlar da ‘Azizin karısı, delikanlısından murat almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli...’ dediler.”
“Azizin karısı, onların gizliden gizliye dedikodu yaydıklarını işitince, onlara davetçi gönderdi ve onlara mükellef bir sofra hazırladı. Her birine bir bıçak verdi, beri taraftan da Yusuf’a ‘çık karşılarına’ dedi. Görür görmez hepsi onu gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlıkla) ellerini kestiler. Dediler ki: ‘Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, olsa olsa yüce bir melektir.”
“İşte” dedi, ‘bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve kesinlikle zelillerden olacaktır.”
“Yusuf dedi ki: ‘Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzak tutmazsan, ben onların tuzağına düşerim ve cahillik edenlerden olurum”.
“Bunun üzerine Rabbi, onun duasını kabul buyurdu da ondan onların tuzaklarını bertaraf etti. Muhakkak ki O, evet O, hakkiyle işiten, hakkiyle bilendir.” (Yusuf Sûresi: 30-34)
Şehirdeki kadınların uğraşılarına bakın!.. Sevgili muhabbeti... Ya Aziz’in karısı...
Yusuf (as), onlar gibi olmadığından cezaevine girdi. İşte faziletsiz toplumun faziletlilere reva gördüğü muamele. Artık toplumsal yapımızı sorgulama zamanı gelmedi mi?
Feminist Sosyalist Ayşe Tükrükçü’nün genelevler hususunda devletten talebi şu şekilde:
“Genelev çalışanı olup şu anda güvencesiz ve korunmasız kalan kadınlara ömür boyu insanca yaşamaya yetecek düzeyde bir maaş bağlanmalı ve sosyal güvence sağlanmalı. Hali hazırda seks işçiliği yapan tüm kadınlar için sosyal güvenceli, sağlıklı ve güvenli ortamlarda çalışmalarının koşulları sağlanmalı. Seks işçiliği yapan kadınların toplumda ve yasalarda ayrımcı uygulamalara maruz kalmasının önü alınmalı.”
Aşağı yukarı feministlerin genelevler konusundaki bakışları aynı. Hiçbiri kadınların satılmasına itiraz etmiyor. Hatta feministlerin Avrupa Temsilcilerinden olan Kemal Ördek; “Seks işçiliği bir seks hizmeti sunmaktır” açıklamasını yapmaktadır. Kemal Ördek bu şanlı açıklamasını Kemalist-Ulusalcı Oda TV’de yapmıştır. Burada akla bir soru gelmektedir. “Feministler, ısrarla kadınların haklarından bahsederler ama genelevleri meselesini neden gündeme getirmezler?”
Bu sorunun iki cevabı vardır. Birincisi; Ördek’in dediği gibi feministler, cinsel değerleri ve namusu alınıp satılan bir meta olarak görmektedir. İkincisi ise; feminizm bir projedir. Batılı ve şeytani değerlerin insanlar arasında yayılması için uluslararası örgütler tarafından insanların içerisine salınan projedir.
İslam’daki dört evlilik serbestliğine karşı çıkan feministlerin genelevler meselesine karşı çıkmaması feminist örgütlerin İslam Düşmanlığı için kurulduğunu göstermektedir. Kaldı ki İslam’daki dört evliliğe karşı çıkmalarının hiçbir rasyonel açıklaması yoktur. Çünkü kadınlar erkeklerden daha çoktur. Eğer tek evliliği dayatıyorsanız genelevlerine mecburen izin vermek zorundasınız. Dolaysıyla feministlerin namus kavramına karşı çıkmaları bir çelişki değil, tabii bir haldir. Hiçbir feminist namusu savunamaz.
Feminizm’in bir proje olduğunu söylemiştik. Projenin hayata geçirilişi ABD’de “National Organization for Women” teşkilatı aracılığı ile olmuştur. ABD, aynı zamanda İllüminati Örgütü’nün de merkezidir. Örgütün en hassas olduğu iki mesele vardır: Kürtaj ve Aile Planlaması!.. Kürtaj, cenin halindeki bebeğin öldürülmesidir. Aslında cinayettir ama feministler, kanunlarla bu katilliğin serbestliğini sağlamışlardır. İnsanın en büyük düşmanının şeytan olduğunu akıldan çıkartmamak lazımdır.
Türkiye’de kurulan Kadın Çevresi isimli teşkilatın en önemli sloganı şudur: “İffetli Kadınlar İstemiyoruz.” Bu açık sözlülüğün ve nihai hedefin tutmayacağını gören feministler, bedava olduğu için cinsel tacize karşı olduklarını ileri sürmeye başladılar. Şu an taciz suçlarında kadının bir erkeği suçlaması için, kadının beyanı yeterlidir. Bu durum erkeklerden para koparmaya çalışan değişik bir çetenin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Yeryüzündeki şeytanların ve şeytani düzenlerin en önemli özelliği aile düzenine savaş açmalarıdır. Nitekim bir ayet-i kerime’de şöyle buyrulmaktadır: “Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Hâlbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Babil’de Harut ve Marut’a bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi “biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan KARI İLE KOCANIN ARASINI AYIRACAK ŞEYLER ÖĞRENİYORLARDI. Fakat Allah’ın izni olmadan bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkindi.” (Bakara Sûresi: 102)
Ayet-i kerime’de sihir ile karı ve koca boşanmalarının beraber anlatılması oldukça önemlidir. Zira İslam’a dayanmayan sosyal ve siyasal sistemler sadece göz boyamaya dayanan rejimlerdir. Boş vaatler ve gerçeklerin çarpıtılması ana sermayelerdir. Kadın ve erkeği birbirine düşman eden Feminizm hem göz boyamaya dayanır hem de şeytanın dediklerini yapma esası üzerine kuruludur.
“Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar, sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız.” (Bakara Sûresi: 187)
Kadın erkek ilişkileri; elbise ile beden arasındaki ilişki gibidir. Bu kadar birbirine yakındır. Birbirlerinin namusudur. Birbirlerinin ayıplarını örterler. Feminist ve modern kadın ve erkek ilişkilerinde örtü ve elbise durumu yok düşmanlık ilişkisi esas!..
Şeytan bütün insanlığa (kadına da erkeğe de) düşmandır. İnsanlara feminizm, komünizm, kapitalizm ve milliyetçilik ideolojisini o telkin eder. İnsanları birbirine düşürür. Kadının en büyük değeri olan namusunu ortalığa saçar. Kadın elinde diğer şeytanın dostlarıyla beraber “kimsenin namusu olmayacağız” sözleriyle yürütür. Nisa Sûresi’ndeki ayeti beraber okuyalım:
“Onlar, Allah’ı bırakırlar da, yalnız dişilere taparlar. Böylece ancak inatçı şeytana tapmış olurlar.” “Allah o şeytana lanet etti. Ve o da (şeytan da): “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler” dedi.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur. Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildir. Bunların varacakları yer cehennemdir. Ondan kurtulmak için çare bulamazlar.” (Nisa Sûresi: 117-120) Ayetlerin tefsiri için M. Hamdi Yazır (rh.a)’ı dinleyelim:
“Öyle bir inatçı şeytan ki Allah onu lanetlemiş, hayır ile ilgisini kesip kendinden uzaklaştırmıştır. O da Allah’a yemin ederek demiştir ki elbette ben senin kullarından muayyen, mukadder bir nasib alacağım ve elbette onları haktan şaşırtıp saptıracağım ve elbette onları kuruntulara düşüreceğim, yani dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar, batıl düşüncelere imrendireceğim ve elbet onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını doğrayacaklar, bu şekilde Allah’ın helal kıldığını haram kılacaklar.
Ve muhakkak emredeceğim de Allah’ın hilkatini değiştirecekler. Yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar, fıtratının kemaline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar. Tefsirlerde gelen misallere bakarak kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; bıyıklarını sakallarını yolacaklar, yüzlerini boyayacaklar, kılıklarını değiştirecekler; kulak; burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapacaklar, uzuvlarını yaratılış görevlerinin dışında kullanacaklar; nikâh yerine zina edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar, menfaati bırakıp zararı seçecekler, ciddilikleri atıp eğlenceye heves edecekler, vazifeden kaçıp oyuna gidecekler; doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar; helâla haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler; hayır yerine şer işleyecekler, imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler; kanun-ı ıstıfa (seçme kanunu)yı kötüye kullanmak sûretiyle yaratılışın zıddına alışkanlıklar edinecekler, yaratılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaratılışındaki selamet ve saflıklarını bozacaklar, hak kanunu “Allah’ın, insanları, kendisine göre yarattığı fıtratı” (Rûm, Sûresi:/30) olan kuvvetli dini, doğru yolu, Hakk’a tapmayı bırakacaklar; yaratılanı yaratıcı yerine koyacaklar, tevhidden çıkacaklar, batıl dinler ve fikirler arkasında koşacaklar, şuna buna tapınacaklar, şeytanlık peşinde dolaşacaklar, “Allah’ın yaratmasının değiştirilemez” (Rûm, Sûresi:/30) olduğunu bilmeyecekler, bilseler bile tanımayacaklar.”
Texe Marss, “İllüminati (Entrika Çemberi)” isimli eserinde 1575 yılında İspanya’da kurulan bir örgütten bahsetmektedir. Bu örgütün ismi İllüminati’dir ve lideri bildiğimiz şeytandır. Dairesel bir örgütlenmeye sahip olan şebekede çemberin en üstünde şeytan, alt tabakada on adam onların da altında binlerce hizmetkâr bulunmaktadır. İllüminati’nin on üyesinin ikisi ABD’den, üçü Fransa’dan ve diğerleri Kanada, Avusturya, İngiltere, İspanya ve Güney Afrika’dandır. Liderlik genellikle babadan oğula geçer. En önemli üyesi David Rockefeller’dir. Amerika’da parayı Rockefeller’in bastığını yani Amerikan Merkez Bankası’nın onların elinde olduğunu söyleyince ne demek istediğimiz anlaşılır. Texe Marss, “Bilderberg, Dünya Kiliseler Birliği, Kafatası ve Kemik Cemiyeti, Dünya Ekonomik Forumu, Vahşi Yaşam Fonu, New York Time, (Gezi Olaylarının yıldızı) CNN, NBC, Mason Locaları ve Vatikan’ın” İllüminati’ye bağlı olduğunu iddia etmektedir.
İllüminati’nin nihai amacı dünya hükümeti kurmak, ellerindeki güç ile Allahü Teâlâ (cc)’yı yenerek cennetten kovulan şeytanı zümrüt tahtına yerleştirmektir. Zannedildiği gibi İllüminati’nin amacı sadece enerji kaynaklarını ele geçirmek değildir. Onun savaşı kültürel ve dinidir. En büyük düşmanı da İslam Dini’dir.
İllüminati, dünya devleti kurmak isterken kendine mahsus bir “kaos” ismini verdikleri bir teoriyi kullanırlar. Zıtlıkların çatışması şeklinde ifade edebileceğimiz bu teoride sürekli bir kaos hali istenir. Taraflar ve ideolojiler birbirine düşürülerek kimsenin kendilerine baş kaldırmaması temin edilir.
Bir hadis-i şerifte şeytanın imparatorluğunun denizlerde olduğunu ve en sevdiği amelin karı ile kocanın birbirlerinden ayrılması olduğu beyan edilmiştir. Birlik ve beraberliğin bozulması ve kaos ortamının oluşması şeytanın varlık sebebidir. Kur’an-ı Kerim’de şeytanın kendine mahsus bir hizbi olduğundan bahsedilmiştir. Nitekim şöyle buyrulur: “Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır. Onun için siz de onu düşman tutun. O hizbini ancak alevli cehennem yaranından (cehennemlik) olmaları için davet eder.” (Fatır Sûresi: 6) Hizip kelimesi, içinde sertlik bulunan cemaat manasına gelir. Dolaysıyla şeytan, somut ve elle tutulur bir örgüt kurmuştur. Hz. Muhammed (sav)’e suikast toplantısında bizzat şeytan, Necid’li şeyh kılığında müşriklerin toplantısına katılmıştır.
İllüminati Örgütü’nün on seçkin üyesi bulunmaktadır. En önemli üyesi Rockefeller ailesidir. Bu üyeler, şeytanın telkinleriyle kendilerini ilah gibi görmektedirler. Hatta toplandıkları meclise, “tanrıların meclisi” adını vermektedirler.
İdeoloji üretmek bir anlamda tanrılaşmak demektir. Çünkü ayet-i kerime’de şöyle buyrulmaktadır:
“Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine amadedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (Araf Sûresi: 54) Bu ayet-i kerime’de “emir”de Allah’ın buyrularak, insanlardan herhangi bir kimsenin insan üzerinde müstakil bir kanun çıkartma hakkının olmadığını beyan etmiştir. İllüminati ise insanlar üzerinde tanrılık iddiasında bulunan bir kurumdur. Bu kurum, insanlar üzerindeki tanrılığını ideolojiler aracılığıyla gerçekleştirirler. Liberalizm’den Sosyalizm’e bütün ideolojilerin şeytanın felsefesinin izlerini görmek mümkündür. Hatta ilk ırkçı/kavmiyetçi kişinin şeytan olduğu sabittir.
Şeytanın en sevdiği amelin “karı ile kocayı ayırmak” olduğunu söylemiştik. Bu kapsamda şeytanın en sevdiği ideolojinin “feminizm” olduğunu söylememiz lazımdır. Kadını merkeze alan bu ideoloji adeta kadına tapılması gerektiğini fısıldamaktadır.
Feministlerin sloganları tamamen şeytanın sloganlarıdır. İçinde bütün ideolojilerden kırıntılar bulunur. “Kadının özgürlüğü” (Liberalizm), “Kadının ekonomik özgürlüğü” (Kapitalizm), “Kadın erkeğe boyun eğmemeli” (Milliyetçilik) vs. Ailenin kutsallığını ayaklar altına alan feminizm ideolojisi hem kadını hem de erkeği adeta oyuncağa çevirmektedir. Kadını erkeğine hizmetten alıkoyan feminizm, işyerinde patronun en iyi ihtimalle metresi haline getirmiştir. Zaten namus kavramı feminizmde yoktur. Bunun yanında kadının gerçekten ezilmesi anlamına gelen genelevlerine feministlerin karşı çıkmaması da şeytanın köleleri olduklarını ispat eden bir durumdur.
Feminizm, İllüminati Örgütü’nün insanlığı köle edinmek için uydurduğu ve kadın ile erkeği çatıştıran şeytani bir ideolojidir. Hatta laiklikten bile etkili olduğu söylenebilir.
Yeni Akit Gazetesi’nin haberine göre 28 Şubat Darbe Kararlarının uygulayıcılarından Çetin Doğan şöyle talimat veriyor:
“Okullarda öğrencilerle kız arkadaşlıklarını teşvik edin. Yapabiliyorsanız Osmanlı hayranlığını kırın. (...) Özellikle, cinsel konularda sınırları zorlayın. Bu konu insan zaafının başında gelir. Hanımlarımız aile gezmelerinde, eğlencelerde dekolte giysin. Hanımlarımız diğerlerinin hanımlarını açık giyinmeye teşvik etsin. Yetişmiş kızlar için de bu geçerlidir. Felsefe dersleri önemli. Bu dersler bizim için kurtarıcıdır.”
Mısırlı mütefekkir Muhammed Kutup, “özellikle komünistlerin kız erkek ilişkilerini kullanarak ideolojilerine adam kazandırdıklarından” bahsetmektedir. Aslında insanın en büyük zaaflarından birisi budur. Yeryüzünde batıla iman eden bütün ideolojilerin amacı insanın zaaflarından faydalanarak onları köleleştirmektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Hâlbuki şehvetlerine uyanlar ise sizin doğru yoldan büyük bir meyil ile sapmanızı istiyorlar. Allah, din hususundaki ağır teklifleri sizden hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa Sûresi: 27-28)
İnsanın zayıf yaratılması özellikle kadın-erkek ilişkilerinde ön plana çıkar. Müfessirler, kadın ve erkek ilişkilerinde ahlaki pozisyonu korumanın sadece vaaz ve nasihatle mümkün olmadığını kaydetmişlerdir. Ayette iki önemli unsur vardır. Birincisi; Allahü Teâlâ (cc), şehvetlerine uyup bizi saptırmak isteyenleri tamamen kendi karşıtına yerleştirmiştir. İkincisi ise şehvetlerine tapan insanların, sapıklık konusunda son derece hırslı oldukları beyan edilmiştir. Ayrıca temizlenme vesilesi sayılan tevbenin karşısına şehvetli yaşam gündeme getirilerek şehvetlerine tapan insanların pisliğe âşık oldukları beyan edilmiştir.
Ayet-i kerime’de cinsel ilişkilerdeki sapıklık tekliflerinin sadece bir görüş olmadığı arkasında şehvetlerine tapanların organize bir güç oldukları da haber verilmektedir. Yani çıplaklık telkini ve emri yaşam tarzı kaygısından değil şeytan başta olmak üzere uluslararası küfür organizasyonlarının bir sonucudur. Dörde kadar evliliği yasaklayıp metres hayatını ve genelevleri kutsal bir kurum olarak gören kimseler, kurşun askerlerdir. Feministler namusu ayaklar altına alırken ve genelevlerine tek laf etmezken masum olduklarını iddia edemezler. Aslında çıplaklık kişilikleri çalmanın en etkili yoludur. Bir toplumda çıplaklık, teşvik edilirse şahsiyet erozyona uğrar ve bu toplumlarda istediğiniz yasayı geçirebilirsiniz. Kemalist-Laikperestlerin “Kürt yoktur” gibi saçma sapan tezlerini yasalaştırması aslında şahsiyetli bir toplumda mümkün olmazdı. Faizle milleti sömürebilmek içinde çıplaklığa ihtiyaç duyarsınız. Esasen kapitalizmde kadın, malları pazarlamak için etkili bir araçtır.
İslam Fıkhı’nda cariye olan kadınlar zina yaparlarsa diğer kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Sizden her kim hür mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikâhlamak var. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz. O halde sahiplerinin izni ile ve mehirlerini örfe göre vermek suretiyle cariyelerden iffetli olan, zina etmeyen, dost da edinmeyenlerle evlenin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar hakkında gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir. Bu hükümler, içinizden günah işlemekten korkanlaradır. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah Gafûrdur, Rahimdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir). (Nisa Sûresi: 25)
Cariyelere bu cezanın yarısının uygulanmasının hikmetlerinden birisi de cariye, toplumda yabancı ve yalnızdır. Onun utanması gereken bir ailesi yoktur ve korunağı da bulunmamaktadır. Bu sebeple içinde bulunduğu şartlar onu zinaya düşürmeye çok uygundur.
Lozan’dan bu yana toplum yapımız parçalı bir hale bürünmüştür. Aile yapımız darmadağın olmuştur. Bireyselleşme teşvik edilmiş adeta aşiret yapısına ve akrabalık bağlarına savaş açılmıştır. Çünkü düzen doğal örgütlenme olan akrabalık bağlarına bile tahammül edemiyordu. PKK Terör Örgütü bile çıkışında “Kürtler arasındaki” bağları feodalizm diye küçümsemiş ve namuslarına düşkün olan Kürt Kızlarını bile dağa kaldırma imkânı bulmuştur. BDP’li kadınlar artık “kimsenin namusu değiliz” sloganını göğüslerini gere gere söylemektedir. Çünkü PKK, kadının herkesin namusu olmasını istemektedir. Aslında gerek laikperestlere göre gerekse de PKK’ya göre “namus” ilkel bir kavramdır. Aslında Çetin Doğan, ideolojisinin ayakta kalmasının şartlarını iyi kavramıştır.
Biyoloji konusunda ihtisas yapan bilim adamı J. Robert Nelson şöyle demektedir: “DNA ve hücre gelişimi ile ilgili bilgiler hızla arttıkça yalnızca hayatın tabiatı değil, gayesi ve değeri de sorgulanmaya başlanmaktadır. Eğer insan organizması görünür bir şekilde bir protein ve aminoasit kümesine indirgenirse ve moleküler seviyede diğer organizmalardan ayırt edilemez bir hal alırsa, insan hayatının ayrıcalığı nerede bulunacaktır? Ve bulunursa, nasıl açıklanacaktır?”
Kanun çıkartan meclislerin üst, ahlaki referansı var mı? Teoride hâkimiyet onlara ait olduğundan üst ve emredici ahlaki kaideleri olamaz. Zaten laiklik, dinin değer üretmesine veya dikte etmesine izin vermez. Anayasa’da yazan “genel ahlak” ibaresini geçiniz, zira bunları da çıkartan güçlerin üstünde bir güç yoktur. Meclisler, aklı, bilimi ve çevre şartlarını gözeterek kanun çıkartırlar. Kendi içinde dönen fasit daire...
Türkiye’de ahlaki problemler, güvenlik eksenlidir. Omurgası yoktur!.. Vakti zamanında Güneydoğu’da şifreli kanallar açıktı. Her erkeğin flörtü olmak zorundaydı. Kız arkadaşı ile sürtmeyen erkek terörle mücadelenin potansiyel hedefiydi, bir zamanlar... Pek tabii ki PKK içinde aile, aşiret ve ahlak tehditti. Feodalizm kavramıyla ahlakı mahkûm etmekten pek hoşlanırdı yoldaşlar. Ahlak ve namus oldukça Kürt Kızları dağa kaldırılıp yoldaşların altına alınamazdı. Devrimci kızlarımız da hizmette kusursuz!..
28 Şubatçı askerlerimiz için “kimse duymasın milletin tamamı düşmandı.” Büyük Suriye için ahlak ayaklar altına alınmalıydı. Televole Kültürü icat ettiler. Yolsuzluk ibadetti. Başkan Esed gibi karanlık odada her haltı karıştırmalıydılar. Ama 2001 yılında duvara tosladılar.
2001 yılından sonra toparlanmak istediler. Ama ip şirazesinden koptu bir kere... Hedonist gençlik yetişti... Hayvanlar, cinsel hazlarını kıskandı. Muhafazakârlık ile önü alınır zannedildi. Ama muhafazakârlık da netice de bir ideoloji... Hem de en omurgasız bir ideoloji... Eşcinselliği bile derin bir hürmet gösteren bir ideoloji... İçlerindeki iyi niyetliler de Türkiye Toplumunun 90 yıl önce üst referanslarının ayaklar altına alındığını görmedi. Ezanı asli diline çevirmekle biter zannetti. Esas mesele bu toplum, gökten inen kitapla yönetilmiyor. Zaten kurucu irade zengin olmak için dinsiz ve ahlaksız olmak gerekir demişti.
Çözüldük biz... Eski Adalet Bakanı, müjdeyi veriyor: “4 yılda hapishane kapasitesini iki katına çıkartacağız.” Güzel, bari orada bir araya geliriz. Ama artık her eve polis, dikseniz de boş. Yaşamın anlamını yok ettiniz. Polisler de patır patır intihar ediyor. Boşanmalar, evlilikleri solladı. Aile içi entest, makul artık. Eşcinselliği eleştirmek nefret suçu... Eminim önlerine “terör örgütleri gençleri kız erkek ilişkileri vesilesiyle kullanıyor, buna önlem almak lazım” diye bir rapor geldiği için ahlaktan bahsediyorlar. İyiye iyi, kötüye kötü demeyen bir toplum olduk. Gençlerde idealistlik yok.
Bilim gözünde insan ile hayvanı ayıran bir değer yok! İkisi de hücrelerden oluşuyor. Bütün ideolojilerin ortak kıblesi bilimin, insana bakışı bu! Allah, insana ipini indirmişti oysa... Ve Rabbimiz, insanın düşmanı değildi. Ama insan, onu düşman bildi.
Bünyamin ATEŞ-Misak Dergisi
No comments:
Post a Comment